
İnsan olma yolculuğunda varlığımızı sürdürebilmek için bir yoldaşa ihtiyaç duyarız. Bu uzun yolculukta bize ilk eşlik eden ilk ve en önemli kişiyse genelde annemiz olur. Ailemiz, varoluş sürecimizde bazen bizlere güvenli ve sağlıklı bir sistem tesis ederken bazen de tam tersi olur. Çünkü her ailenin kendi kaderi ve yaşam şartları vardır. Böylelikle doğduğunuz ailenin kaderine de doğmuş olursunuz…
İnsan olarak ötekinin bakımına muhtaç olarak doğduğumuz için öncelikle kendimizi bize bakımverenlerin gözünde görerek var oluruz. İnsan beyni, hayatın ilk yıllarında hızlı bir yapılanma sürecine girer. Yaşadıklarımız ya da mahrum kaldıklarımız, başımızdan geçen her türlü olay beynimizde duygulanımsal bir yapılanma oluşturur. Psikolojik olarak varlığımız bu yapılanma ile gelişir. Gerek bilinçli tarafımız gerekse bilinçdışı dünyamız bu yapılanma içerisinde şekillenir ve köklenir.
Her insanın yaradılıştan gelen bir özü vardır. Bu öz doğumdan itibaren kendini görmemiz ve ortaya çıkarmamız yönünde bizleri sürekli güdüler. Bir ilişkinin içinde doğar ve büyürüz. Doğal olarak doğduğumuz ve içinde büyüdüğümüz ortama uyum sağlarız. Bakıma muhtaç küçük bir çocuk olarak bize dayatılanları, başımıza gelenleri, öğrendiklerimizi, deneyimlerimizi, bize öğretilenleri ya da dayatılanları, anne babalarımızın bizden beklentilerini, sahip olunan koşulları, birey olarak bizimle ilişki kurma biçimlerini bilinçli ve bilinçdışı olarak kaydederiz. Ruhsal gelişimimizde yaşanan bu kayıtlar kendilik sürecimizi oluşturur.
Birçok insan hayatının çeşitli evrelerinde çevresi ya da kendisi için önemli olan ilişkilerinde sorunlar yaşayabilir. Bu sorunlar irdelendiğinde genelde problemlerin çocukluk yıllarından itibaren yaşanmaya başlandığı fark edilir. Geçmişten itibaren oluşan problemlerle baş etme yöntemleri artık yeterince ve sağlıklı bir şekilde fayda sağlamaz. Hatta bazı durumlarda ne olduğuna ve yaşanan olayla nasıl başa çıkabileceğimize dair bir fikrimiz dahi olmayabilir. Yaşadıklarımızı anlamlandırmada, duygularımızı anlamakta ve dile dökmekte zorlanabiliriz.
Az önce bir ilişkinin içinde doğar ve büyürüz demiştim. Yine bir ilişkiye ihtiyaç duyarız ama bu ilişki daha önce kişisel olarak bir bağımızın olmadığı, bizi tanımayan, güvenebileceğimiz ve yaşadığımız süreçlerde bize eşlik edecek biri olsun isteriz. İşte burada psikoterapistle danışanın yolları kesişir. Psikoterapi insanın kendini tanıması, içinde bulunduğu dünyanın gerçekliğinin değerlendirilmesi, beklentilerini ortaya çıkarması, duygusal dünyasını(içini) ve kendi dünyasını(dışını) düzenlemesi ve kendisi olma yolculuğunda özünü keşfederek kendi yolunda ilerlemesi için yeni bir yol açar.
Ben genelde insanı bir suya benzetirim. Potansiyeli olan bir su ama bazen öyle olur ki suyun debisi düşmüştür. Önüne engeller çıkmıştır. Yoluna taşlar kayalar devrilmiş ve artık su akması gerektiği gibi değil de daha az akmaya başlamıştır. Psikoterapistin görevi danışanıyla beraber nehrin yatağına inmek ve suyun akışını engelleyen nedenlerin fark edilmesini sağlamaktır. Sonra ne mi olur? Ona ben karışamam. Suyun önü açıldığında nereye ve nasıl akacağına suyun kendisi karar verir…
Hayatta hepimiz su gibi bir tarafa akar gideriz ve yolculuğumuzda bize tarafsız ve sağlıklı bir şekilde eşlik edecek bir ilişkiye ihtiyaç duyarız. İnsan olma yolculuğunuzda size ve duygularınıza eşlik edebilmek için buradayım.
Saygı ve Sevgiyle.