Blog

Kendin Olma Manifestosu

Kendin Olma Manifestosu


Hey, sana diyorum sana!
Evet, evet sana… Hiç boşuna gözlerini kaçırıp sağa sola bakma.

Bunca yıldır aynı numaraları çevirmekten sıkılmadın mı?
Herkese yetişip, kendini ihmal etmekten yorulmadın mı?
Var gücünle insanlara kendini sevdirmek için uğraşıp yine içindeki yalnızlar sokağını mesken tutmaktan usanmadın mı?
Allah aşkına mutluymuş gibi yaşamaktan, güçlü görünmekten, mış gibi muş gibi davranıp kendi içindekine acımaktan yorulmadın mı?
Bak güzel insan, biliyorum neler yaşadığını. Ama ile başlayan cümlelerini...İlişkini, evliliğini, çocuklarını, ana babanı, arkadaşlarını, işini. Hepsini biliyorum.
Hiçbir yerde işler yolunda gitmiyor.
Geceye umutla yaslanıp güne mutsuz uyanıyorsun.
Mesela eşinle, istediğin gibi olmuyor.
Çoğu kez senin ne istediğini, neye üzüldüğünü anlamadığını söylüyorsun, bundan yakınıyorsun ve sen sonra da kendi limanına çekiliyorsun. Yıllar geçtikçe yaşadıkların ağırlaşıyor, hissizleşiyor ve hatta kendine de yabancılaşıyorsun değil mi?

Ya da çocukların dostum. Dünyaları ayaklarına serdiğin, gözlerine baktığın da içinin cız ettiği çocukların…Keşke daha iyi bir anne-baba olabilsem dediğini duyar gibiyim. Bazen öfkeni kontrol edemediğinde bin bir umutla evlendiğin eşine ve hatta koklamaya kıyamadığın çocuklarına avazın çıktığı kadar bağırdığın, belki de zarar verdiğin oluyor, değil mi? Atalarımızın keskin sirke küpüne zarar dediği gibi sen de yine en çok kendine zarar veriyorsun. Biliyorum dostum dağılıyorsun, kendi dehlizlerinde kayboluyorsun, toparlayamıyorsun. Sanki uçurumdan derin bir boşluğa düşüyor gibisin. Sanki var mıyım, yok muyum diyerek bazen yaşayıp yaşamadığını düşünüyorsun. Sanki varlıkta yokluğu yaşıyor, sürekli kendi içindeki hiçlikle mücadele ediyorsun. O boşluklardan kaçmak, varlığını tekrar kendine ispat etmek için en iyi bildiğin yolu takip ediyorsun. Öyle ya en iyi bildiğin yol belki seni cennete çıkarmıyor ama patikadan cennetin resmine götürüyor seni. Bazen alkol alıyorsun, bazen alışveriş yapıyorsun, bazen kuaföre gidiyorsun, bazen de rastgele ilişkilere giriyorsun. Bunları yaparken anlık keyf alıyorsun ama bitince derin bir vicdan azabı çekiyorsun ve pişmanlıklar içerisinde kendini cezalandırırcasına yeniden hayata tutunmaya çalışıp sırf varlığını onaylatabilmek için kocaman kocaman kalelerini yıkıyorsun değil mi? Taviz tavizi doğuruyor ve isteklerinin arkası kesilmiyor, değil mi? O çok sevdiğini söylediğin sevgilini, eşini, çocuklarını, ana babanı, arkadaşlarını görmek istemediğin anlar oluyor. Arada bir geçmişten anıların geliyor gözünün önüne ama bunlar çok da sana tebessüm ettiren, seni mutlu eden anılar değil. Unutmak istediğin ama bir türlü unutamadığın ara ara rüyalarına giren, ara ara dalıp gittiğinde zihnini meşgul eden negatif anılar. Sanki bunları hatırladıkça daha da öfkeleniyorsun. Sanki o duygularını yönetmekte zorlanıyor gibisin. Zorlandığın için, onlarla yüzleşmek istemediğin için çevrendekilerden uzaklaşıyor gibisin. Sanki kimse kalmıyor gibi. Ne dersin? Sanki kimseye tahammülün yok, kimseyi çekemeyecek haldesin? Uzaklara çok uzaklara kimselerin seni tanımadığı diyarlara gidesin var, değil mi? Şöyle uzun uzun düşünmeye, eski defterleri açmaya, sırtındaki yükleri boşaltmaya, en çokta hayatı temize çekmeye…Ah be dostum, dünyanın en ücra köşelerine de gitsen içindeki dünyaya gitmedikten sonra hiçbir şey değişmeyecek bunu sen de biliyorsun. Sahi dostum, en son ne zaman aynaya baktın? Yüzündeki kıvrımları, bedenindeki değişimleri ne zaman inceledin? Hatırlayamadın değil mi? Evet çünkü o kadar çok uzun zaman oldu ki kendinden gideli. Sahi ne olmuştu da vazgeçmiştin kendinden? Kim için, ne için, ne zaman yaptın bunları kendine? Biraz düşün istersen. Acele etme. Düşün. Bak dostum orda içinde sinmiş, korkmuş, her an saldırmaya hazır, kaygılı, terk edilmiş, utangaç, Yusuf gibi atıldığı kuyudan çıkarılmayı bekleyen bir çocuk var. Bırak dostum içindeki küçük çocuk azcık konuşsun. Döksün yükünü ki hafiflesin. Sor bakalım ona neyi varmış? Sana nasıl yardımcı olabilirim de mesela. Sahi bunu en son ne zaman yaptın ? Ne zaman içinle konuştun? Konuşmadın, konuşamadın değil mi? Korktun, cesaret edemedin. Çünkü söyleyeceklerinin canını acıtacağını biliyordun. Çünkü buna hazır değildin. Çünkü içindeki sesi bastırmak için bir sürü bahanen vardı. Hep susturulan o oldu. Vazgeçilen, unutulan, görülmeyen, sesini duyuramayan… Artık nefes almakta zorlanıyorsun değil mi? Sıkıştın dostum. Sıkıştın. Hani diyorsun ya sık sık başım ağrıyor, göğsüm sıkışıyor, ellerim terliyor, bacaklarım uyuşuyor…Artık bu yükü ne bedenin ne de ruhun taşıyor dostum. O bastırdığın, görmezden geldiğin , önemsemediğin çocuk var ya, bak orda işte! Acı çekiyor, korkmuş ,sinmiş, aciz, umudunu kaybetmiş. Uzat elini ona, gözlerine bak ve de ki: “Korkma , sana daha fazla zarar vermeyeceğim. Özür dilerim. Seni farkedemedim. Söyle bana sen kimsin? Sana nasıl yardımcı olabilirim?” Korkma sor dostum, sor ki o çocuk düştüğü kör kuyulardan çıkabilsin. Sor ki birinin onu gördüğünü, duyduğunu bilsin. Fark edildiğini fark etsin. Sor ki önemli olduğunu hissetsin. Sor ki senin bugüne kadar kendisini ne kadar ihmal ettiğini unutsun. Sor ki senin bugüne kadar yaptıklarından hissettiği utancı hafifletsin. Sor dostum sor. Sor ki muhabbetiniz artsın, bağınız kuvvetlensin. Kulak ver o çocuğa, sev onu. Sarıl dostum sarıl öyle uzak durma. Sar ki yaralar kabuk bağlasın. Sar ki bağışlanasın, bağışlayasın. Sar ki o çocuğun seni affetmesine, seninle helalleşmesine zemin oluşsun. Eğer sen yapmazsan bu iyiliği ona, kimse yapmayacak. Sen ona elini uzatmazsan, onun derdini dinlemezsen kimse evet, evet söylediğin gibi hiç kimse, değer vermeyecek ona. Sahi sordun mu, sen kimsin diye? Sordun evet sordun ama cevap alamadın değil mi? Bilemedi kim olduğunu. Acele etme, sıkıştırma, bekle biraz düşünsün. Bu arada dostum sahi sen kimdin? Yaşadığın hayatın neresindesin? Hayatının anlamı ne? Zor değil mi? Daha sorma der gibisin? Yok dostum soracağım hem de gözlerinin içine baka baka soracağım. Her soru mıh gibi kafana çakılacak, öyle ki bunları ömrün boyunca unutmayacaksın. Çünkü ben sormazsam bu soruları kendine ömür boyu sormayacaksın, soramayacaksın. Bırak en iyisi sana bu iyiliği ben yapayım. Bu arada ben sana sen de kendi içindeki o çocuğa soracaksın. Bunun cevabını ancak o çocuk verecek sana. O ihmal ettiğin, içindeki büyümeyen çocuk. Hadi artık bırak mızmızlanmayı, bahane üretmeyi. Cesur ol, başka hayatın yok. Başkaları için feda edebileceğin de bir hayat yok. Başını çevirerek, gözlerini kaçırarak, deve kuşu gibi kafanı gömerek, gerçeklerden kaçamazsın. Hadi gel dostum geç bir aynanın karşısına ve her gün şu soruyu sor kendine: “Sen kimsin?” O çocuğu dinle güzel insan. O çocuk yıllar önce anne ve babası tarafından karanlıkta bırakılmış olabilir, anlaşılmak, yatıştırılmak yerine bir çok konuda ihmal edilmiş olabilir, o çocuğun şimdi sana çok ihtiyacı var. Bırak artık geçmişi, anne-babanı, eşini, arkadaşını suçlayıp durmayı… Geçmişte sahip çıkılmayan o çocuğa şimdi sahip çıkma sırası sende. Geçmişi değiştiremezsin ama şimdiyi değiştirmek senin elinde, buna gücün var. Hadi, tut elinden o çocuğun. Dinle, bak o çocuk şarkı söylüyor, ağlıyor. Bak o çocuk sevgi dolu, öfkeli. Kabul et her haliyle onu. Kızdığında, yalnız hissettiğinde güvensiz hissettiğinde sarıl ona, ben burdayım merak etme de. O çocuk içindeki iyi yanın. Hayat enerjin. O çocuğu sevginle doyur, büyüt, besle. Büyüsün ki gelişsin, olgunlaşsın. Bugüne gelsin, içinle dışın birleşsin. İşte o zaman ancak sen, sen olabileceksin dostum. İşte o zaman kendin olacaksın. Kendinden olmak ne demek bilmiyorsun değil mi? …Ne demiş Friedrich Nietzsche “Yaşamı anlamaya başladığın andır durabilmek ayaküstünde. Sorun bu zaten: Başkasıyla olmak, başkasının olmak değil. Kendi başına başkasıyla, başkasıyla kendin olmak”…

Ne demek kendi başına başkasıyla, başkasıyla kendin olmak. Şöyle bir etrafını düşün kaç kişi kendi olabilmiş? Kaç kişi sormuş ben kimim diye? Üzgünüm dostum birçok insan dönüp sormuyor kendine bu soruyu. İstediği hayatı değil, istenilen hayatı yaşıyor. Bugüne kadar senin de kim ne isterse, nasıl isterse , onu nasıl memnun edeceksen yaşadığın gibi…Hep böyleydi değil mi? Haklısın dostum yazgımız doğunca sahnelenmeye başlıyor hayat sinemasında ve maalesef ekranda biz varken ses hep başkalarının. Bizi istedikleri gibi oynatıyorlar. Kendi içinden gelenleri değil de onların isteklerini yaparsan sevildin. Yaramazlık yapmazsan sevildin. Susarsan sevildin. Ders çalışırsan sevildin. Çünkü içinden gelenleri yaptığında sevilmedin, azarlandın, cezalandırıldın. İçinden geldiği için o adımı attın, sınırı geçtin çünkü örülen duvarın arkasında ne vardı hep merak ediyordun ve merak ettiğinin peşine düştün masumca. Ve o an hiç beklemediğin bir tepkiyle karşılaştın değil mi? Evet neye uğradığına şaşırdın çünkü cennetten kovuldun ya da hep kovulmakla tehdit edildin.Haklısın dostum, kim cennetten kovulmayı göze alabilir ki? Tabi vazgeçtin isteklerinden, kendinden. Hep gözlerine baktın. Yeter ki cennetten kovulmayayım, hep sevileyim diye istedikleri çocuk oldun. O çocuk oldun ama sen olamadın be dostum. Sevileyim diye kendini unuttun. Hal böyle olunca da ne sevmek için ne de sevilmek için karşılık bekleyenlere kızmak anlamsız. Haklısın başka yol bilmiyorsun ki, öğretmediler ki! Eminim bilseydin diğer yolu, yani sağlıklı olanı yaşardın, yaşatırdın. Peki nedir sağlıklı olan? Kendini unutmaman, önce kendin olman. Kendin ol ki, biz olurken, karşındakinin de kendi olmasına izin verebil. Doğal ol, içinden geldiği gibi yaşa. Böyle yaşa ki ne kendini ihmal et ne de başkasını ihmal. Kimse kimseyi sömürmeden kendi içinden geldiği gibi yalana dolana başvurmadan, hakkımda ne düşünür acaba demeden, böyle söylersem, yaparsam benden vazgeçer mi diye düşünmeden, sevgiyle, saygıyla, şefkatle, merhametle insanca, insan insana yaşabilelim…

Korkma dostum korkma. Hayatta her şeyin bir mümkünü var. Bu sefer pes etme, gel bu bu defa kendine fırsat ver. Hem bu fırsatı kimlere vermedin ki? Neden kendinden esirgiyorsun? Sen de en az onlar kadar değerlisin. En az onlar kadar sevilmeyi hakediyorsun. Bırak dostum, tutma kendini. Bırak dökülsün gözyaşların. Rahatla. Buluta yükü sorulmaz diye kim demişse yanlış demiş dostum. Sor ki bulutta anlatsın, döksün içini, boşaltsın yükünü, uzansız uçsuz mavilere, özgürleşsin hayatın semalarında.. Evet dostum görüyorum gözlerindeki acıyı, hüznü, kederi, utancı. Haklısın. Bununla baş etmek çok zor. İçindeki kuyuda çok sen var. Kimi kırgın, kimi üzgün, kimi sevgiye muhtaç, kimi umursamaz, kimi öfkeli, kimi kaygılı…Sence dostum bu senlerden hangisi kurtarılmaya layık? Hangisini kurtaracaksın? Evet dostum tabi ki kurtarılmayı bekleyeni. Kuyuda olduğunu fark edip biri gelse de beni çıkarsa diye ümidini imdat çığlıklarıyla dört bir yana seferber edeni. Tabi kuyuda olduğunu farketmeyenin, kurtulmak gibi bir derdi de olmaz. Kurtulmak istemeyene kuyu yoktur. Kurtulmak isteyeneyse sultanlık bile kuyudur. Sahi dostum sen hangisisin? Eğer kuyuya atılan Yusuf’san bu acıya dayanmayı öğreneceksin dostum. Çünkü kuyuya düşmeden Mısır’a sultan olamazsın. Yusuf’san kuyuya hazır olacaksın… İşte böyle dostum biliyorum çok zaman olmuştu dertleşmeyeli, bir başkasına içini açmayalı. Kendinden dahi sakladıklarını, kaçtıklarını, bir başkasına açmak zor bilirim. Ama bu zorluk bildiklerin gibi olmadı değil mi? Çünkü ne var ne yok anlatmana rağmen eleştirilmedin, yargılanmadın, sevgisizlikle tehdit edilmedin. Kendini iyi hissettin. Belki de ilk defa bu kadar rahatladın. İlk defa bütün çıplaklığınla birini deneyimledin ve bütün hallerinle kabullenildin. Bu sana çok iyi geldi değil mi? Omuzlarındaki yükler hafifledi. Eee çok zaman olmuştu dertleşmeyeli. Ben seni özlemişim dostum. Sen kendini özlemedin mi? Ne dersin daha sık yapalım mı bunu? Hal hatır eder içimizdekileri dökeriz ha. Peki anlaştık o zaman. İhtiyacın olduğunda ben hep buralardayım. Sahi dostum çocuğu unutma. Sana emanet.
Hadi sen de Allah’a emanet ol. Görüşürüz…